Süleyman Kollu


MAZERETİM VAR ASABİYİM BEN?

Her geçen gün karmaşıklaşıp, stres yükü olan şehrimizde yaşamak zorlaşıyor. Şehirde insanlar birbirine kızıyor, suratlar asılıp asabileşiyor?


Bunun tek sebebi; YERLEŞİM, ULAŞIM VE YÖNETİM sorunu.

Bu üç kelime insanoğlunun yerleşik hayata geçtiği dönemden itibaren birbirini takip ederek gelişim gösteren toplumsal olgulardır.  Gelişmiş toplumlarda uygun yerleşim yerine ve uygun bir şehir planıyla gerçekleşen yerleşim, şehir yaşamının gereği şehir içi ulaşımı ve tabii ki kent yaşamının olmazsa olmazı iyi bir yönetimi beraberinde getirir.  Gelişmiş toplumlarda yaşamsal ihtiyaçları iyi belirleyen bir halk, kendini iyi yönetecek hak ettiği hizmeti alabileceği bir ekibi başa getirir. Seçilen yönetim halkın içinden geldiği için hizmeti hak eden halka en iyi hizmeti vermeyi hedefler.

Yukarıdaki bu tanımlama maalesef bizim 9000 yıllık kent kültürümüz var dediğimiz Akhisarımız için geçerli değil. Daha doğrusu biz bu konuda şanssız bir toplumuz. Neden mi? Anlatayım?

Akhisar şehir kültürü ile tanıştığı dönemlerden beri aynı zamanda yakın çevresinin güçlü bir ticaret merkezi konumunda olduğundan bir şehirden çok daha kalabalıkların yükünü taşımış. Güçlü bir ticaret yapısı olduğundan cazibe merkezi olmuş. Göç almış, Yetmemiş yakın çevredekiler köylerini bırakmış şehre yerleşmiş. Gecekondudan tutun hızlı ve çarpık büyüme ne ararsanız var şehirde. Savaşlar, istilalarla şehrin tarihi mirası önemli ölçüde yıpratılmış, talan edilmiş. Üstüne üslük bir de tarih bilincinden yoksun yerel yönetimlerce buna göz yumulmuş. Tarihi hanlar yıkılıp modern! İş hanları, pasajlar yapılmış. Vakıf binaları belediyelerce güya kamulaştırılıp vatandaşa önce kiralanmış sonra satılmış. Şimdi yerinde yeller esiyor. Üç metre,  beş metrekarelik onlarca dükkan çıkmış ortaya. Bir işe yaramayan, altyapısı, üst yapısı her şeyi bozuk, plansız kullanışsız dükkanlar. Dar sokaklar, yeni binalar yapılırken biraz daha daralmış, tarih korunuyor derken iç içe  karışmış, karmakarışık bir merkez çarşı, yeni çarşı,? Eski tahtakale, hashoca, şeyhisa gibi eski şehir merkezinde köhne, çürümüş, kokuşmuş çöküntü bölgeleri oluşmuş. Burada yaşayan ve insanca yaşam hayal edenlere durun siz çivi bile çakamazsınız denmiş yıllarca. Yahu tamam onlar çivi çakamıyorsa sen çak. Sen ne iş yaparsın. Velhasıl yıllarca kültür varlıklarını koruma kuruluna esir olmuş bir şehirde hapsolmuş yönetim mahkumları oluvermişiz.

Ey Yönetim; şu sıralar benim de uzun zamandır dillendirdiğim şehir merkezinde yaşanan araç trafiği yoğunluğu ve şehre verdiği kümülatif zarar konuşuluyor kulislerde. Birçok STK ve halkın da büyük çoğunluğu yarı zamanlı kontrollü araç trafiğine sıcak bakıyor. Çoook uzun zamandan beri hiçbir ciddi çalışma yapılmayan ve üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş şehrin silkelenip hayata tutunması şart. Bunu yapacak olan bu şehrin havasından, suyundan, ekmeğinden, kültüründen nasiplenen herkes. Şimdi yerel yönetim ve büyük şehir belediyesinin acilen  halktan ve STK lardan gelen bu sese kulak verip iyi  bir planlama ile bu soruna çözüm bulma çabasına girişmesi elzemdir. Bu şehir şehir içi yaya hareketi nerdeyse yok olmuş, ana caddesinde üç sıra park yüzünden her gün kavga edilen, esnafı arada bir geçen yayaya malını göstermek için kaldırıma mal yığan , yangın var diye siren çalarak gelip 144 sokak merkez çarşıda yola park edilen aracın sahibinin gelmesini bekleyen itfaiye araçlarının acı sirenini hak etmiyor. Bu acı siren aslında haykırıyor gerçeği; şehrim yanıyor, şehrimin içi yanıyor. Şehrimin esnafı bitiyor. Şehrim insanının hayatı mahfoluyor. Stres artıyor, yüzler asılıyor, araçlardan yükselen korna sesi, eksozundan çıkan carbon atıkları, ağır metaller şehri de insanını da bitiriyor. Yöneticiler de bu manzaraya bakıp bakıp kredilerini bitiriyor.